Çevre Yönetim Danışmanlığı

Karbonun doğada döngüsel bir dengesi vardır. Fosil yakıt yakma, sanayi, tarım ve hayvancılık alanındaki endüstriyel faaliyetler gibi insan müdahaleleri sonucu bu doğal denge bozulmaktadır. Atmosfere her yıl fazladan saldığımız sera gazlarının biriktiğini ve iklim dengelerini alt üst ettiğini gösteren en belirgin kanıt atmosferdeki karbondioksit konsantrasyonunun artmasıdır. Peki doğal döngü içinde karbondioksit konsantrasyon seviyesi neydi ve biz onu hangi seviyeye yükselttik? Bunun için 1958 yılından beri atmosferdeki gaz konsantrasyonlarını ölçen Havai Mauna Loa ölçüm istasyonu verilerine bakabiliriz. (http://www.esrl.noaa.gov/)

İklim değişiyor... Ya biz?..

Şekildeki grafik, Mauna Loa ölçüm istasyonu verileri ile jeolojik fosil incelemelerine göre hazırlanmış ve 1958’den binlerce yıl önce tespit edilen CO2 konsantrasyonlarını göstermektedir. Konsantrasyon değerlerinde ciddi inişler, çıkışlar dikkati çekse de 800 bin yıl öncesinden sanayi çağına kadar bu konsantrasyonun 170 ppm ile 300 ppm arasında kaldığını görüyoruz. 0 noktası olarak tanımlanan bugüne geldiğimizde ise değer 400 ppm’i aşıyor. (Bkz. Yeşil çizgi) Yine aynı istasyondan güncel bir veri paylaşalım, Mayıs 2020 en yüksek CO2 konsantrasyonu 417,43 ppm.  

MAYIS 2020

EN YÜKSEK CO2 KONSANTRASYONU = 417,43 ppm

Atmosferdeki karbondioksitin son 60-70 yıldır çok hızlı bir şekilde artışı sonucu dünyamızın ortalama sıcaklığı da artıyor.

Şekilde, karşılaştırma yaptığımız dönem olan 1951-1980 arasındaki ortalama sıcaklıktan günümüzde ne kadar sapma olduğunu inceleyebiliriz. Ülkemizdeki artışın 1,5 dereceleri bulduğu dikkatleri çekmiştir. Kuzey kutbunda bu artış 2,5 derecelerin üstüne çıkmış durumdadır. Kuzey Amerika, İsveç, Norveç, Finlandiya, Rusya gibi kuzey ülkelerinde 2 derecenin üstünde artış görüyoruz. Bu durum dünyamızı ve insanları nasıl etkiliyor, kısaca özetlemeye çalışalım:

Küresel ortalama sıcaklık artıyor!..

• Ortalama küresel deniz seviyesinde yaşanan yükselme (ciddi nüfus, beslenme, barınma ve göç sorunları)

• Hava olaylarının şiddetindeki değişim (sel, kasırga, fırtına gibi olağandışı hava olaylarının sıklığının artması)

• Aşırı sıcaklar ve kuraklık (ısı dalgaları, rekor sıcaklıklar, orman yangınları)

• Su erozyonu ve su kıtlığı (sürdürülemez su yönetimi, kişi başı su kaynağının azalması)

• Toprak krizi, gıda yoksunluğu (tüketilen kaynaklar, adaletsiz dağılım, sürdürülemez tarım)

• Zarar gören, dengesi bozulan ekosistemler (yok olan türler, orman ve deniz ekosistemlerinin bozulması, böcek ve vektör 

   zararlarının artması, öngörülemeyen virüs riskleri)

Yukarıda sıralanan tüm etkileri şiddetli oranda yaşıyoruz ve maalesef artan şiddette yaşamaya devam edeceğiz. Yani «iklim değişecek, önlem alalım» diyemiyoruz. «İklim değişti ve bu durum bir krize dönüşüyor; geç kalıyoruz.» diye haykırıyoruz.

Bu değişikliklere uyum sağlamak ve gelecek nesillerin yaşama haklarını ellerinden almamak için, bizim değişme zamanımız çoktan geldi ve geçiyor.